Filiz Tokcan'ın resimleri, bir kuşatılmışlığı aşma çabasını simgeliyor.
Ressam Filiz Tokcan dördüncü kişisel sergisini açtı. Sergi dolayısıyla hazırlanan kataloğun yazarı Filiz Özdem ressamıyla söyleşti.
Resmin bir dil, bir ifade biçimi olarak kendini dayatması ne zamana geri gidiyor?
Bir dil olarak resim mi beni buldu, ben mi onu arayıp buldum... bunun cevabı zor. 1983 yılında resim yapmaya başladım. Ama resimle aramdaki
göbek bağının kurulması 87 yılına denk düşer. Maltepe Sanat Galerisi'nde açılan bir gravür sergisinde Kasım Koçak'la tanıştım. Bu tanışmadan sonra resimle kurduğum ilişkinin, ifade ve anlam sorunlarının boyutu değişti.
İlk kişisel sergimi açtığım 92 yılına kadar Kasım Koçak'ın atölyesinde çalıştım. Bu, çok yoğun bir çalışma dönemidir. O disiplin içinde resim yapmanın bir yaşama biçimi olduğunu öğrendim. Hata yapma özgürlüğünün de nasıl yol açan, yön veren bir özgürlük olduğunu yine Kasım Koçak'tan öğrendim. Bütün bunlar, içimdeki potansiyeli besleyen, yoğuran ve akıtan etkenlerdi.
Bu zorlu bir süreç miydi? Hata yapma özgürlüğünü kendinize tanırken, insanın çoğu zaman vazgeçtiğini, bildik, güvenilir yollardan yürümeye geri döndüğünü düşünüyorum. Hatalar kendimizle en derin ve dönüşsüz biçimde yüzleştiğimiz, acıtıcı anlar çünkü.
Doğru. Hayatta da sanatta da hata yapma özgürlüğünü kendimize tanımamız aynı biçimde sonuçlanıyor. Modelden yaptığımız çalışmalarda bile şunu gözlemledim: İnsan neyi, nasıl çizerse çizsin, nasıl bir rengin peşine düşerse düşsün sonuçta kendiyle hesaplaşmasının, kendi gözleriyle baktığı varlık sorunlarının formunu arıyor. Dünyaya tırnaklarını geçirdiği yeri anlamak ve anlatmak istiyor. Duvarlar, takıntılar, gölgeler, çıkmazlar...
Ressam resmin teknik dili içinde kendine bir ifade yolu ararken kendini de kuruyor...
Elbette. Sanatın verdiği özgürlükle kendini dışarı çıkartmak, tersyüz etmek, soyunmak var. Toplumsal hayat içinde biçilen rollerle cesaret isteyen bir dürüstlükle yüzleşmek, çarpışmak var. Sahici olabilmek var. Ayrıca sanat, bir anlamda bencilliği de dayatıyor insana. Çünkü çok zaman istiyor, disiplinli çalışma istiyor. Resimle öğrendiğim en önemli şey özgürlüğün de bir disiplin içinde gerçekleştiği.
Bütün resimlerde, görünen dünyadan bir sıyrılma, varolan kalıplardan taşma, bir uzaklaşma, bildik dünyayı parantez içine alma var...
Bu ölümlü bir varlık olma gerçeğinin farkında olmaktır. Bu gerçek, yerimizi daraltıyor. O zaman insan dönüp kendine soruyor. Bu kuşatılmışlığı nasıl aşarım? İşte o noktada anlama sığınıyor insan. Hayatın anlamı üstüne düşünmek ve onu yeniden kurmaktan başka hiçbir yol kalmıyor. |